10 Eylül 2012 Pazartesi

Erdem


        Erdem hakkında yazmak istediğimi söylemiştim. Erdem hayatımda inanılmaz anlamı olan dönemlerden bir arkadaşım. Öyle ağız dolusu anlamlı fln dediğim dönem ilkokul oluyor. Erdem'le ilgili en net hatırladığım şey bir gün elime inanılmaz ince ve uzun bir ağaç dalıyla kazara vurmuş olması. Tabi canımın nasıl yandığını anlatamam ama insan ruhu ölürken parmaktan mı çıkıyor acaba diye bile düşünmüştüm. Çok mızmız bir çocuk sayılmazdım sanırım ama o gün Erdem'in onca ısrarına rağmen gidip kimseyle oynamamıştım. Herkes bunun sebebini Erdem'e olan kızgınlığım sanıyordu ama yalnızca canım yanıyordu. Hatta o kadar canım yanıyordu ki tüm tatlılığıyla "Lütfen git sen de oyun oyna söz ben yanınıza bile gelmicem" diyen arkadaşıma sadece parmağımın acıdığını anlatamamıştım. Çünkü ağzımı açacak olsam animelerdeki kızlar gibi gözlerimden şelaleler fışkıracaktı şüphesiz. Sonraki iki yılın ardından başka bir yere taşındık ve ben hayatımın en güzel zamanlarının sona erdiğinden habersiz bir kız çocuğu olarak hayatıma devam ettim. Ama daha ilk yılın sonunda haberdar ettiler sağ olsunlar. Sonra aradan yıllar geçti bir arkadaşımı ziyarete gittiğimde tesadüfen bir kaç dakika gördüm Erdem'i. Derken Erdem mesaj atar ve yakalandık hissiyle yazacağım her şey aklımdan uçar, gider. Lafın gelişi yani aklım olduğunu iddia ettiğimden değil zaten. Yazının devamı sonra olsun. Bugün sevmiyorum zaten kendimi. Çocuklukla ilgili bişeyler iyi gelir diye düşünerek bu yazıya başlamıştım. İyi geldi de ama bugün çok konuştum, aklımdan geçenleri söylememek istediğimde tam bir geveze olup çıkıyorum. Sussana arkadaşım. Yok ama illa bi savaş vermem lazım o zaman da aklımın ( şu varlığı şüpheli olan ) iplerini bırakıyorum. Ondan sonra siz görün pazar yerini...

Hiç yorum yok: